Ramazan ERDEM
Fas Seyahati: Başka Bir Âleme Yolculuk
Giriş
Öncelikle bu yazının tüm ekibin seyahate dair duygu ve düşünlerini anlatmadığını, ekiple birlikte seyahat etmemize rağmen kişisel notlarımı ve yaşadıklarımı ifade ettiğini belirteyim. Eminim ki ekip üyelerimiz daha güzel gözlem yapmışlardır. Eğer yazarlarsa, onların da bu seyahate dair notlarını heyecanla okuyacağım.
…
Her sene birkaç ülkeye seyahat yapmayı bir prensip haline getirdik. 2018 senesindeki Malezya, Singapur, Bosna-Hersek ve Bulgaristan seyahatlerinden sonra 2019 için fırsat kollamaktaydık. Önceliğimiz Filipinler ve Endonezya idi. Lâkin 15. Uluslararası Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi’nin Rabat/Fas’ta düzenleneceğini sosyal medya aracılığıyla öğrendik. Kongre 21-24 Nisan tarihleri arasındaydı. 2011 senesinde aynı kongre Saraybosna’da düzenlenmişti ve o zaman da bu kongre vesilesiyle Bosna-Hersek’e ilk seyahatimi yapmıştım. Fas için tarih uygundu ve kongre güzel bir vesile oluşturuyordu. Isparta Okulu mensuplarına konuyu açtığımda arkadaşların heyecanını fark ettim. Birkaç kişi “ben varım” deyince bir çekirdek ekip oluşmuş oldu. Bir hayalin gerçekleşmesi için ona alâka duyan ve inanan birkaç kişi yeterli oluyor, arkası sonra geliyor. Önce kongreyi sosyal medyadan yaydık, kongreyi düzenleyen Prof. Dr. İbrahim Güran Yumuşak ile tvitır üzerinden takipleştik. 16 Aralık 2018 tarihinde Ahmet Alkan arkadaşımız bir vatsap grubu kurdu. Şimdiye kadarki tecrübelerimiz gösteriyor ki, grup kuruldu ise artık bir aşama kat edilmiş oluyor ve seyahat planı hayalden gerçeğe doğru evrilmiş oluyor. Gruba giren ve çıkanlar olmakla birlikte son hali 17 kişiden oluşmaktaydı; R. Erdem, F. Erdem, A. Alkan, İ. Erdem, N. Yılmaz, E. Kaya, R. Kaya, F. Kaya, F. Taş, S. Akıtıcı, R. R. Kaya, F.N. Polat, K. Sezer Korucu, S. Eroymak, M. Demir, Z. Kuh ve İ. Şengün. Ekip arkadaşlarımız artık akıllarına geldikçe Fas ile ilgili paylaşımları gruba atarak seyahat heyecanını ve motivasyonunu canlı tutuyordu. Dört aylık süre seyahate psikolojik olarak hazırlanmak için yeterliydi. Önce bilimsel çalışmalar planlandı, özetler gönderildi ve bir kısmına kabul yazıları geldi. Bundan sonraki aşama erkenden uçak biletlerini almaktı. Pasaport ve vize tartışmaları da aktarmalı uçuşlar sebebiyle gündemdeydi. Ocak’ta biletleri aldık. Gidiş (19.04.2019) Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece saat 00:10’da İstanbul’dan Kazablanka’ya, dönüş de 26.04.2019 yine Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece Kazablanka’dan Atina’ya oradan da İstanbul’a biletlerimizi aldık. Gidiş Fas’ın Airarabia, dönüş ise Yunanistan’ın Aegean Havayolları ile idi.
Biletler alındıktan sonra önce geziye dair bir slogan belirledik. O da şu idi; “Uzaktan uzağa bir gitsem yeter!”. Daha sonra Fas’ta gezilecek noktaların belirlenmesi için çalıştık. Vatsap grubundan yaptığımız istişareler sonucunda gezi durakları şu şekilde belirlendi: Kazablanka, Marakeş, Beni Mellal, Meknes, Fes, Rabat, Şafşavan, Tanca. En son Tanca’dan Kazablanka’ya dönecektik. Bu yaklaşık 1700 km’lik bir güzergâhtı (Şekil 1).
Seyahat durakları belirlendikten sonra her bir durak için bir arkadaşın rehberlik etmesi için görev dağılımı yaptık. Arkadaşlarımız kendi durakları ile ilgili bilgi toplayacaklar, gezilecek yerleri belirleyecekler ve o şehirde kafileye mihmandarlık yapacaklardı. Arkasından konaklama noktaları belirlendikten sonra bir kısım arkadaş da konaklama yerleriyle ilgili olarak çalışma yapacaktı. Arkadaşlarımız istişareler neticesinde konaklama yerleri ayarladılar ve her şehirde gezilecek noktalar belirlenmiş oldu. Diğer bir konu da gezide yolculukları nasıl yapacağımız meselesiydi. Ya kongrenin sosyal programına katılacak, ya araba kiralayacak, ya tren veya otobüsle seyahat edecek ya da toplu halde seyahat edebilmek için minibüs kiralayacaktık. Fiyatlara filan baktıktan sonra minibüs kiralama alternatifi öne çıktı. Daha önce Fas’a gittiğimde tanıştığımız Ömer hoca aracılığıyla Fas’tan iki kişinin numarasını aldım. Bu kişiler hem Faslı hem de Türkçe biliyorlardı (Rechid ve Rachid/Reşit ve Raşit). Hatta Rachid bey İstanbul’dan bir sipariş de vermişti, onu götürecektim. Böylelikle güven tesis edilmiş oldu. Onlarla irtibat kurarak bir minibüs kiralamış olduk (15.000 Mad). Artık seyahate dair aşağı yukarı ana hazırlıklar tamamlanmış oldu. Kongrede tüm bildirilerimiz bir günde idi, 23 Nisan günü bildirileri sunmak maksadıyla kongrede olacaktık. Programı ona göre ayarladık.
Seyahat günü yaklaşınca alınacaklar belirlendi, son kontroller yapıldı, yol için sadakaları verdik ve ‘bismillah’ diyerek yola koyulduk.
Önce İstanbul
18 Nisan Perşembe Saat 16:00’da Isparta Petrol ile Antalya’ya hareket ettik. Pegasus’un 19:25 uçağı ile Antalya’dan İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanına uçtuk. Saat 00:10’da uçuşumuz vardı, belirlenen kapıya yakın bir yerde beklemeye başladık. M. Demir arkadaşımızın getirdiği dolma ve sarmalarla akşam yemeğimizi geçiştirdik. Uçağa bineceğimiz kapıda bir kuyruk vardı, biz de onların arkasında beklerken saat iyice yaklaşmıştı ancak kuyruk ilerlemiyordu. Birden isimlerimizin anons edildiğini duyduk. Diğer kapıdan Kazablanka yolcuları gitmiş sadece biz kalmışız. Kapıya geldiğimizde neredeyse bizi almayacaklardı, uçakla haberleşerek almaya karar verdiler, en son ben geçince kapı kapandı. Neredeyse uçağı kaçıracaktık. Yolculuk daha başlamadan zorlu geçeceğine dair uyarı vermiş oldu.
- Kazablanka
19.04.2019 Cuma. Ekibin bir kısmı bizden önce yola çıkmıştı. Onlar daha erken Kazablanka’da olacaklar, bir yerde konaklayacaklar ve sabah buluşacaktık. Yaklaşık 5 saatlik bir uçuşumuz vardı. Fas’ın yerel saati de Türkiye’ye göre 2 saat geride idi. Yerel saatle 04:30 civarı Kazablanka’da Uluslararası 5. Muhammed Havalimanına (CMN) indik. Bizim öncü ekibin de problemler yaşadığını, konaklama için belirlenen yeri bulamadıklarını ve tekrar havalimanına geldiklerini öğrendik. Havalimanında yerel GSM operatörlerinden kart aldık ancak aktif edemedik. Öncü ekiple havalimanında buluştuk. Vakit henüz erkendi, banklarda zamanın geçmesini bekledik. Çünkü kiraladığımız minibüs bizi saat 08:00’de alacaktı. Artık saat gelinceye kadar yorgunluk sebebiyle banklarda uyuma zamanıydı (Resim 1).
Saat 08:00 olduğunda minibüs şoförü ile haberleşmek için havalimanının dışına çıktım. Çatpat konuşarak Kaptan Bilal (Ahi Bilal) ile buluştuk. Hepimiz dışarı çıkarak valizlerimizi minibüse yükledik. Ciddi bir dil problemimizin olacağını tahmin ediyorduk. Ahi Bilal Arapça dışında başka bir dil bilmiyordu. Zeynep ile konuşturduğumuzda birazcık onunla anlaşabileceklerini fark ettik. Zeynep artık bizim tercümanımız olmuştu.
Kazablanka’da mihmandarımız N. Yılmaz hoca idi. Ancak internete bağlanamadık. Bir yerde kahvaltı yapıp eski medine bölgesini (old city) gezecektik. Ahi Bilal’in de Kazablanka’ya yabancı olduğunu anladık. Önce para bozdurmamız, internet paketi satın almamız, sonra kahvaltı yapmamız, sonra da Kazablanka’da gezilecek yerlere uğrayıp akşamına Marakeş’te olmamız gerekiyordu. Ahi Bilal şehre girince yanına daha önceden tanıdığı bir adam aldı. Hepimiz Faslılar her şeyden para isterler şeklinde acayip önyargılı idik. Amcanın neden bizim minibüse bindiğini anlamadık. İlk problem onunla başladı. Adm hem bize hem de Kaptan Bilal’e güyâ rehberlik ediyordu, ancak bizim dediklerimizle onun yaptıkları uyuşmuyordu. Bizi şehir merkezinde internet paketi almak için bir yerlere götürdü, oradan bir şey çıkmadı. Sonra kahvaltı yapmak istediğimizi bize aracı olan Rachid bey aracılığıyla Ahi Bilal’e aktardık. Arkadaşı bizi kahvaltı yapılabilecek yerlere götürdü ama biz çay, simit gibi şeyler istiyorduk. Adam bizi pastanelere ya da etli yemek yapılan yerlere götürüyordu. Etli yerlerinde gördüğümüz manzara pek hoş değildi ve oraya girmeye cesaret edemedik. Sonra minibüsün yanına geldik. Türkiye’den getirdiklerimizle ayaküstü kahvaltı yaptık. Zaten eski medine bölgesindeydik. Biraz serbest zaman vererek etrafı dolaşmaya çıktık. Ekip sağa sola gezintiye çıkmıştı.
Eski çarşı içlerini turladıktan sonra bir yerde meyve suyu içtik. Bir maskara adam resmini çekerken beni fark etti, telefonla konuşuyormuş gibi yaptım resmini çektiğimi anlamasın diye. Çünkü para isteyecekti. Ama söylenmeye başladı ve ben şöyle dediğini zannettim: Alo alo, geç onları, çektin değil mi resmi… Aldırış etmeden yola devam ettim. Adam baya bi söylendi arkamdan, muhtemelen para koparmaya çalışıyordu (Resim 2). Bize dalaşanlara “Dageçyeva” diyorduk. Hiçbir dilde karşılığı olmayan bu kelimeyi bulaşanları savmak için kullanacaktık. “Daha gezecek çok yer var” demekti ve bizi oyalamayın anlamına geliyordu / gelecekti.
Kazablanka sokaklarında BİM ile karşılaşmak da ilginç oldu. Hemen acil ihtiyaçlarımızı karşılayalım diye markete girdik ve Arapça yazılı BİM tobalarına aldıklarımızı doldurduk (Resim 3).
Vakit öğleye yaklaştığı için dünyanın en büyük camilerinden birisi olan 2. Hasan Camii’ne hareket ettik. Caminin yanına vardığımızda minibüse binen amca bizimle vedalaşarak ayrıldı. Cuma namazını burada kıldık. 2. Hasan Camii bir Fransız mimar tarafından projelendirilmiş, Atlantik Okyanusu’nun kenarında, çok büyük meydanı ile etkileyici bir eser. 100 binin üzerinde insan aynı anda burada namaz kılabiliyormuş (Resim 4). Abdest almak için caminin lavabolarına gittiğimizde çeşmeler olmasına rağmen insanlar maşraba ile abdest alıyorlardı. Tuvaletlere de maşraba ile giriyorlardı. Bize hayli ilginç geldi, anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştık. Cuma hutbesi oldukça uzun sürdü (1 saati geçti). Bu sırada İzzet arkadaşımızı bir gülme tuttu, biz de kendimizi zor tuttuk. Hoca elinde kılıçla vaaz veriyordu, bazen bağırarak ancak biz çok anlamıyorduk. Hutbeden sonra iki rekat namaz kılınınca herkes dağılıyordu. Camiden çıktıktan sonra da etrafında dolaştık.
Camiden ayrılınca gezilecek noktalardan Korniş (La Corniche) bölgesine doğru hareket ettik. Sahil boyu bazı yerlerde durarak Atlantik Okyanusu ile buluşmuş olduk. Korniş bölgesinde yemek yiyecek bir yerler aradık. Biraz yürüdük. Fiyatlar hayli yüksekti. Bir restorantla (La Terase Restaurant) pazarlık yaptık, anlaşamadık. Tam arabaya binerken adam koşarak geldi ve %25 indirim yapacağını söyleyerek bize son fiyatı söyledi ama biz yine kabul etmedik. Anladık ki pazarlık Fas’ta her yerde ve her şeyde önemli. Buradan da 5. Muhammed Meydanına hareket ettik. Ahi Bilal ile tam anlaşamıyor, devreye Rachid bey giriyordu. Zeynep’in aktardığına göre bizi Rachid beye şikayet etmişti. Meydanda yine serbest zaman verdik. Etrafı dolaşırken küçük restorantların birinde Şavarma yiyerek karnımızı doyurduk, internet paketi aldık ve artık gezilecek noktaları bulma konusunda engelimiz kalmadı.
- Muhammed Meydanı kalabalık ve insanların dolaşmak için geldikleri bir yer. Güvercinler, fıskiyeler, havuz, saat kulesi… Meydanda hayli fazlaca oyalandık. Çok yorulmuştuk, çünkü Isparta’dan çıkalı henüz istirahat edecek vakit olmamıştı. Artık Kazablanka’yı bitirip Marakeş’e doğru yola çıkma zamanıydı. Saat 19:15’ti, akşam üstü olduğu için trafik yoğundu. Otobüs dolmuş, kapılardan dışarı sarkan insanlar vardı. Lüks arabaların yanında eski arabalar da göze çarpıyordu. Yolda akşam namazı için mola verdik, yolda çoğunlukla uyuduk.
Kazablanka “beyaz şehir” anlamına geliyormuş. Bakıldığında binalardan dolayı şehrin beyazlığı dikkat çekiyor. Ayrıca Fas’ın liman ve ticaret merkezi, aynı zamanda da en büyük şehri. Tam Fas’ı solumasak da ilk izlenimlerimizi almış olduk.
- Marakeş
Tarih 20.04.2019 Cumartesi. Marakeş Fas’ın en etkileyici şehirlerinden birisi idi. Kazablanka’dan yola çıktığımızda kafilede herkes uyumuştu. Saat 00:00 civarı Marakeş’e vardığımızda şehrin harala gürele olduğunu, sokakların insan dolu, trafiğin yoğun ve motorların vızır vızır olduğunu farkettik. Motorlarda kızlı erkekli gençler tur atıyorlardı. Sanki uyanınca başka bir dünyaya gelmiş gibiydik. Gece yarısıydı ama şehir ayaktaydı. Sanki gündüz uyuyan gece canlanan bir şehir izlenimini aldık. Gece yarısı Hotel Hasna’ya vardık. Otel vasatın altındaydı (Resim 5) ama biz çok yorgunduk.
Sabah 07:30’da kahvaltıya indik. Bir iki ekmek, yumurta ve sallama çayla kahvaltı yaptık. 09:00’da otelden çıktık. Şehir kırmızı yapısıyla dikkat çekiyordu. Mahalleler surlarla çevrili gibi, belli kapılardan girilebiliyordu. Programda ilk olarak Jardin Majorelle ve Berberi Müzesi vardı. Sabah erken gitmenin avantajı ile fazla beklemeden girdik. Öğrenciler indirimli girdi. Ben de basın kartı ile ücretsiz girdim. İçerisi kaktüslerle dolu idi. Kaktüsün binbir çeşit türü vardı (Resim 6). Singapur’daki Orkide Bahçesi’nin kaktüs versiyonuydu sanki. Binlerce kaktüsün arasında turladıktan sonra Berberi Müzesi’ni gezdik. İçeride resim çekmek yasaktı. Ben ‘resim çekebilir miyim?’ deyince, görevli gülerek ‘2000 dolar verirsen çekebilirsin’ dedi. Ben de çok pahalı dedim. Çaktırmadan birkaç kesit alabildik. Ben Berberi Müzesi’ni gezerken bunlar herhalde Afrikan’ın yörükleri dedim. Çöllerde yaşayabilmek adına kullandıkları alet edavatlar, giysiler filan sergileniyordu. Bahçeden çıkarken girişin önünde müthiş bir kalabalık vardı. Biz iyi ki erken gelmişiz.
Jardin Majerolle’den çıkınca tarihi eser olarak ününü önceden not ettiğimiz Ben Yusuf Medresesi’ni aradık. Dolaşa dolaşa meydana girdik. Kapalı Çarşı gibi bir yerlerden geçtik. Önce el-Bahiye Palas’ın bahçesine girdik, sonra dar sokaklardan medreseye doğru yürüdük. Sokaklarda ciddi bir kalabalık ve acayip motor trafiği vardı. Dar yerler olduğundan ve araç giremediğinden olsa gerek, ulaşım motorlarla sağlanıyor. Ben Yusuf Medresesi’nin önünde güzel bir resim var ancak tadilattan dolayı kapalıymış. Medresenin içine giremeyince geri döndük. Yemek yemeye karar verdik. Sokaklarda kasaplar, çömlekler, canlı tavuklar.. Paralel bir evrende geziyor gibiydik. Hayli pazarlık yaparak bir yerde kuzu eti yemeye karar verdik. Et için çatal koymuyorlardı, ellerimizle yedik. Etler çömlekte güzel pişmişti ve lezzetliydi.
Sokaktan çıkıp meşhur Kutubiye Camii’ni bulduk. Cami, 12. Yüzyılda Berberi Kral Yakub el-Mansur tarafından yaptırılmış. Farklı bir minaresi vardı. Minarenin tepesine atlarla çıkılabiliyormuş. Caminin arkasında sütunlar vardı, sanki camiye ilave edilecekmiş ancak tamamlanamamış gibi. Cami Endülüs mimarisini andırıyordu. Orada öğle namazlarını kıldık. Caminin müştemilatı da çok muhteşemdi. Medeniyet olarak sadece kendimizi görüyoruz ama dünyanın başka köşelerinde başka medeniyetler muhteşem eserler bırakmışlar (Resim 7).
Kutubiye Camii’nden meşhur Jema el-Fena Meydanına geçtik (Resim 8). Aman Allah’ım, çok büyük bir alan. Meydanda müthiş bir kalabalık, hareket, curcuna.. Yılanlar, maymunlar, değişik gösteriler yapan maskaralar, zortabozlar… At arabaları, faytonlar, sokak satıcıları, kına yakanlar, meyve suyu satanlar… Meydanı birkaç kez turladık, Fas’ı, özellikle Marakeş’i çok güzel yansıtıyordu. Hayli yorulduk. Farklı yerlere dağılan ekiple caminin orada tekrar buluştuk. Ekiple saat 19:00’da toplanmak üzere tekrar dağıldık. Arkadaşların bir kısmı tekrar meydana gittiler, biz caminin etrafını turladık, arka tarafta yeşil alanlar vardı, oralarda dolaştık. Caminin arkasında gençler duvardan duvara atlama yarışları yapıyorlardı. Bazıları duvardan atlayarak takla atıp gösteri yapıyorlardı. Kaptan Bilal ile haberleştik. Akşam yemeği için bir yere gittik. Lokantada Türklerle karşılaştık. Tajin yedik. Tekrar yürüyerek minibüsün yanına geldik. Artık Marakeş’e veda etme zamanı gelmişti.
Marakeş ile ilgili ilk izlenim; hareketli, canlı, kızıla boyalı, yer yer at ve eşek arabalarının görüldüğü, geceyarısı bile sokakların motorlarla kızlı erkekli gençlerin dolaştığı, farklı bir şehir şeklindeydi.
Saat 20:00’de Marakeş’ten ayrıldık. Hedef Beni Mellal’di. Yolda bir petrol istasyonunda mola verdik. Petrol ofisinde görevliye lavabo sorduk. Oldukça zor anlaştık. Lavabosu olmayan bir tuvalet gösterdi, sonra iki tane maşraba getirdi. Maşraba kullanımı en çok göze batan konuydu. Moladan sonra tekrar yola koyulduk. Bir yerde de su almak için mola verdik. Kahvehane gibi bir yerde insanlar maç seyrediyorlardı. 1,5 litre su 8 dirhem, küçük su 4 dirhemdi. Arkadaşların neşesi yerindeydi.
- Beni Mellal
Tarih 21.04.2019 Pazar. Önceki gün 23:30 civarı Beni Mellal’e geldik. Rezerve ettiğimiz oteli rahat bulduk. Otelin adı Hotel VELSATIS idi. Resepsiyondaki arkadaşlar gayet sempatikti. Bizim Türk olduğumuzu fark ettiklerinden midir, televizyonda Türkçe şarkılar çalıyordu. Otel de gayet nezih görünüyodu. Sabah kahvaltıda çorba içtik. Bizim düğü çorbasına benziyordu. Otelde ücreti öderken kredi kartı kullanmıştım. Kartı çektiğinde kağıt bitmişti. İşlemi tekrarladı. Ben de iki kere çektiğinden şüphelendim. Türkiye’ye döndüğümde işlemin iki kere yapıldığını gördüm. Bankaya haber ederek ikinci işlemi iptal ettirdim. Tekrar gelirsek bu otelde kalırız diyerek kahvaltıdan sonra ayrıldık.
Beni Mellal orta halli bir şehir. Geri plandan bakılınca 200-250 bin nüfuslu bir yer. Bir tarafı Atlas Dağlarına yaslalı. Şehri tam görebilmek için şehrin kenarında, dağların eteğinde kale vardı, minibüsle oraya çıktık. Ain Asser Doune (Resim 8) adlı küçük bir kale vardı. Kale önünden şehrin manzarası güzel görünüyordu, şehirden sonra ovanın ucu bucağı görünmüyordu. Oldukça yeşil bir şehir. Bir Afrika şehrinden çok Karadeniz şehrine benziyordu (Resim 9).
Kalede gençlerin çalıp oynadığı bir küçük eğlenceye şahitlik ettik. Sanki bizim asker gönderme eğlencelerini andırıyordu. Hava serindi. Kalenin oradan yürüyerek aşağıya indik. Aşağıda şelale vardı. Orada da biraz oyalandıktan sonra Meknes’e doğru yola çıktık. Gündüz gözüyle çevreyi gözlemleme fırsatımız oldu. Yol boyunca zeytin ağaçları dikkat çekiciydi. Bizim Kars ve Ardahan taraflarını andıran meralar, sığır ve koyun sürüleri, ağıllar, yaylalar oldukça fazla göze çarpıyordu. Bazı yerleşim yerlerinde hayvanları kesmişler, hemen pişirmeye hazır bekliyordu. Binek hayvanı olarak eşekler de yaygın. Yolların kenarlarında, yerleşim yerlerinde hayli fazla eşek gördük.
- Meknes
Saat 16:00 gibi Meknes’e ulaştık. Lahdim Meydanında indik. Hava yağışlıydı. Meydan Marakeş’teki kadar olmasa da hareketliydi. Etrafında tarihi binalar vardı. Meydanda maymunlar, yılanlar, havada duran adamlar, ellerindeki değneklerin ucundaki iplerle şişeleri almaya çalışanlar (Resim 10).. Meydanın içinden Ebu İnaniye Medresesi’nin önünden geçtik. Dar sokaklarda ve pazar yerlerinde yürüdük, Büyük Cami (Grand Mosque) tadilatta olduğu için giremedik. Ebu İnaniye Medresesine giriş kişi başı 60 dirhem olduğu için girmedik. Sonra tekrar meydandan geçerek Bab El-Mansour’da yağmurun durması için bekledik. Daha sonra Molla İsmail’in külliyesine doğru hareket ettik. Bir hapishane vardı (Kara Hapishanesi), onun üzerinde gezinerek Molla İsmail’in külliyesine vardık. Ancak külliye de tadilatta olduğu için sadece kapısından ve dışarıdan görebildik. Külliyenin karşısında dükkanlar vardı, halı ve kilimlere filan baktık.
Molla İsmail’in külliyesinden Agdal Sarnıcı’na doğru hareket ettik. Bir çeşme ilgimizi çekti, onu resimlerken bir polis daha yakından çekin diye bizi çağırdı. Polisle biraz muhabbet ettik, beraber resim çektiktirdik. Daha sonra bize herkese açık olmayan bir golf sahası vardı, kapıları açarak bize sahayı gezdirdiler. Golf sahasında El-Mukhtar isimli bir Berberi amca Türk olduğumuzu anlayınca bize hayli itibar etti. Dilden sohbet açılınca Türkler Arapça konuşabilmeli dedi. Onun Berberi kıyafeti de ilgimizi çekti, onunla resim çektirdik (Resim 11).
Agdal Sarnıcı’na ulaşabilmek için surların kenarından uzun bir yürüyüş yaptık. Büyük bir havuz vardı, etrafı surlarla çevriliydi. Onun etrafını dolaştık. Tarihi sarnıç şehrin su ihtiyaçlarını karşılamak için Molla İsmail tarafından yapılmıştı. Sarnıç turunu bitirirken yağmur tekrar hızlandı. Bir fuar alanının kapısına sığındık. Sonra yola devam ederken kimliğini göstererek polis olduğunu söyleyen bir kişi (Abdul’âl) bizim yağmurlukları görünce bize takıldı. Nerede yemek yiyebileceğimiz konusunda ondan fikir aldık. Yemek yerine giderken iki genç “Türk”, “İstanbul” filan diyerek bize laf atmaya çalıştı. Onları dikkate almadık ama arkamızdan yürüdüler biraz. Sonra bir lokantaya geldik. Köfteli tajin ve harira yedik, naneli çay içtik. Yağmur yoğunluğunu artırdı. Şoföre konum attık, buradayız diye aradık. Şoför bizim yanımızdan geçtiği halde görmedi. Akşam hava da kararmıştı. Raşit bey aradı, ona yerimizi tarif ettik, o da şoföre yerimizi aktardı. Sonra minibüse binerek kalacağımız otele hareket ettik. Meknes’te Hotel Oasis Tafilatet’te kaldık. Otel ferah bir mekana sahipti, donanımı kötü idi, az soğuktu. Sabah kahvaltıları yaptık, ödemeleri de yaparak minibüse bindik ve 08:30 gibi Fes’e doğru hareket ettik.
- Fes
Tarih 22.04.2019 Pazartesi. Fes’e geldiğimizde programda ilk Jnan Sbil (Jenane Sebil) vardı. Burası ağaçlar, sular, çiçeklerle bezenmiş bir alandı. Pazartesi günleri kapalıymış, kapı kapalıydı. Çevresinde dolandık biraz. Buradan minibüslere binerek Fes Kraliyet Sarayı’na gittik. Sarayın kapısından içeri girilmiyor. Herkes ihtişamlı kapıda resim çektiriyor (Resim 12). Anlatıldığına göre içerisi tarihi ve çok geniş bir alanmış (8000 dönüm). Sarayın müştemilatı içinde medreseler filan varmış. Şu anda da krala tahsis edilmiş. Kralın her şehirde böyle sarayları bulunuyormuş. Kapının önü turistik bir yer olsa gerek, çok kalabalıktı. Önü de çok geniş bir meydandı.
Kraliyet Sarayının kapısında oyalandıktan sonra, kaptan bizi kapalı bir alanda otoparka getirdi. Gelirken çocuklar arabanın arkasına tartıldı, o sırada arkak kapaklar açıldı. Kaptan Bilal arabayı durdurarak koştu, çantaları birileri çalıyor zannetti, çocuklar da kaçıştı. Minibüsü otoparka bıraktıktan sonra gezmeye başladık. Önce Bab’el Chorfa, daha sonra Mavi Kapı’ya hareket ettik (Resim 13).
Mavi Kapı’dan sonra Ebu İnaniye Medresesi’ne doğru gideken kaktüs meyvesi ve ahududu yedik. Yine bir arkadaştan fıstıklı tatlı aldık. Ebu İnaniye Medresesi’ne 20 dirhem vererek girdik. Endülüs motifleri taşıyan muhteşem bir yerdi (Resim 14). Medresede iken yağmur başladı. Çıkıp ara sokaklara daldık. Meşhur Fes sokaklarında Fas kültürünü tam olarak teneffüs ettik. Hem dar, hem kalabalık, hem renkli. Kaybolduğumuz takdirde sokaklardan çıkmanın mümkün olmayacağı ön bilgisi ile Dar Batha Müzesi’ni aradık. İki çocuğa sorduk, onlar da bizi sokaklardan yürttükten sonra bir yere getirdi. Baktık ki orası Fransız Konsolosluğu. Şaşırdık tabii ki. Oradan Attarin Medresesi’ne gittik. Burası da Endülüs figürleriyle donatılmıştı. Orada göstermelik bir ders yaptık. Medresede yukarı katlara filan çıkılıyordu. Medreseden sonra kapalı ve dar sokaklarda gezindik.
Arkadaşlar hayli acıkmıştı. TripAdvisor’dan yemek yiyecek bir yer bulduk: Berrada. Orayı bularak farklı bir ortamda karnımızı doyurduk. Yemekler, ekmekler ve aralarda verdikleri yemekler çok lezizdi. Belki de çok acıktığımız için bize öyle geldi. Yemekler lezzetliydi ama yağan yağmur bir taraftan üzerimize damlıyoru. Restoranttan çıktıktan sonra Karaiyyun Camii ve Üniversitesine gittik. Cami 17:00’de açılacak dediler, o zamana kadar ara sokaklarda dolaştık.
Fes sokakları hayli enteresan. Gerçekten görmeye değer farklı yerler. Dar sokaklarda taşıma aracı olarak el arabasına benzer arabalar ve katırlar var. Sokaklarda katırlarla karşı karşıya geldiğimiz zaman dükkanların kapılarına çekilerek onlara yol vermek durumunda kalıyoruz. Çünkü sokaklar dar ve geçiş zor. Karaiyyun Camisi de çok sütunlu büyük bir cami idi (Resim 15). Camiye Müslüman olmayanlar giremiyorlar. Kadınları pantolonlu ve başı açık almıyorlar. Girerken Müslüman olup olmadığımızı soruyorlar. Bir yabancıyı müslüman olmadığı için almadıklarına şahit oldum.
Karaiyyun Camii’inden sonra bir çocuğa Tabakhaneleri sorduk. Çocuk hiç para almayacağını ve kestirme yoldan Tabakhanelere götüreceğini söyledi. Fes sokaklarında yer bulmak büyük bir sorun olduğu için çocuğun peşine takıldık. Biraz da renk katmak adına koştur koştur giderek Tabakhanelerin olduğu yere ulaştık. Yanından bir nehir akıyordu ama suyun rengi kahverengi idi. Derilerin işlemlerden geçirilirken atıklar bu dereye atılıyor. Ağır bir koku etrafı sarmıştı. Turistlere nane yaprağı veriyorlar kokudan etkilenmesin diye. Teraslardan birine çıkarak Tabakhaneyi görüntüledik (Resim 16).
Tabakhanedeki kuyularda doğal yollarla debağlanan deriler boyanıyor. Her kuyuda farklı renkler var. En kıymetlisi safran rengiymiş. Çalışanlar turistlere aldırmadan işlerini görünüyor. Etraftaki balkonlarda serilmiş deriler var. Çıktığımız terastan inerken deri mamülü çanta, mont, kemer ve diğer ürünler satılıyor. Fiyatlar turistlere göre ayarlandığı için hayli yüksek geldi. Biraz bakındıktan sonra terastan indik. Bizi buraya getiren çocuk kapıda bekliyordu. Öncesinde para istemeyen arkadaşımız “hak” diyerek herkesten ücret istedi. 10 dirhem vererek başka yok dedik.
Tabakhaneden sonra kaptana konum atarak minibüsü bulunduğumuz yere çağırdık. Arabaya binerek şehrin kalesinin ve bir mezarlığın olduğu bir tepeye çıktık. Bu noktadan özellikle eski Fes (medine kadim) çok güzel görünüyordu (Resim 17). Burada da biraz oyalandıktan sonra Rabat’a doğru yola çıktık.
Fes, Fas gezisinin en renkli noktasıydı. Anahtar kelimeler; sibil, kraliyet sarayı, Ebu İnaniye Medresesi, Attarin Medresesi, Molla İdris Türbesi, Karaiyyun Camii ve Üniversitesi, Berrada Restoran, Tabakhane, dar sokaklar, kesimhaneler, kasaplar.. Dolu dolu geçen bir gün..
- Rabat
Tarih 23.04.2019 Salı. Önceki gün saat 22:30 gibi Rabat’a ulaştık. Otel Letece’ye yerleştik. Bu otel diğerlerine göre oldukça zayıftı. 23 Nisan sabah otelde kahvaltı yaptık. İyi yağmur yağıyordu. Saat 09:30 gibi 5. Muhammed Üniversitesi’ne geldik. Kongre işlemlerini hallettik. Konuşmacı olarak gelen Faslı bir iktisat profesörünü dinledik. Bildirileri sunduk. İbrahim Güran Yumuşak kongre kapanışına bizi de davet etti. Bir sonraki kongrenin nerede yapılacağını müzakere ettik. İsfehan, Tanzanya gündemdedi. Öğle yemeği yedikten sonra (yemekte uzun salata ve iyi bir et yemeği vardı) kongre ile işimiz bitti. Üniversiteyi turladık.
Daha önce sosyal medya üzerinden haberleştiğimiz Ercan bey ve Faslı eşi Yasemin hanım da kongreye geldiler. Dirhem ihtiyacımızı karşıladılar, dövizleri bozdular. 15:10’da üniversiteden ayrıldık.
Rabat’ta 5. Muhammed Mozelesine gittik. Ancak şehirde hükümete yönelik protestolar varmış ve bu yüzden burayı ziyarete kapatmışlar. Kapının önünde atlı askerler vardı. Hem mezarı hem de II. Hasan Minaresi’ni (Hasan II Kulesi) dışarıdan görüntüledik. Minare ile mezar arasında bin yıl öncesine ait sütunlar vardı. Cami olarak başlamış ancak yarım kalmış (Resim 178. Burayı gezerken Fatma Taş’ın İngiltere’den habersiz gelen nişanlısı Gökhan hepimize sürpriz yaptı.
Buradan Arap Mahallesi olarak bilinen Kasva bölgesine gittik. Kale kapısından giriş yaptıktan sonra mavi evlerin arasından geçerek okyanusa bakan terasa geldik. Buradan şehri ve okyanusu temaşa ettikten sonra okyanusun kenarına indik. Kayalıkların üzerinde bir müddet oyalandık. O sırada M. Demir arkadaşımızın telefonu kayaların arasına düştü. Almak için uğraştık ama çıkaramadık. Faslı bir arkadaş da selfi çubuğu ile, sakızla çeşitli denemeler yaptı. Buna rağmen telefonu çıkaramadık.
Okyanus kenarından yürüyerek tekrar kale kapısına geldik. Kale içinde Endülüs Bahçesi vardı. Orayı dolaştık. Bu mahalde çok fazla kedi vardı ve Zeynep de kedilerden hayli tedirgin oldu. Otele geri döndük. Gün batımını izlemek için tekrar okyanusun kenarına geldik. Hava bulutlu olduğu için beklediğimiz manzara olmadı. Oradan yürüyerek Eski Medineye (old city) geldik. Rabat sokaklarında akşam vakti gezmeye koyulduk. Argan yağı sıkan bir dükkanda sıkı pazarlıklardan sonra 60 ml şişeleri 25 dinara indirterek 20-25 şişe argan yağı aldık. Dükkandakilerin isimleri Selim, Şeyme ve Ahlem idi. Sokakları dolaşırken bir yerde felafel ve harira yedik, meyve suyu içtik. Meyve suyu sıkan yerde birisi bizim Türk olduğumuzu anlayınca heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatıyordu. Zeynep tercüme etti ve adam özetle Türkiye’nin Allah tarafından korunduğunu, İslam dünyası için önemli bir ülke olduğunu, Erdoğan’ın bütün Mağripliler tarafından sevildiğini, İsrail’in yok olacağını, Filistin devletinin kurulacağını, bunları laf olsun diye söylemediğini anlatıyordu. Adamın sözleri hayli enterasandı ve etkileyici idi.
Sonra sokağın başlarında bir kitapçı vardı, akşam geç saatler olmasına rağmen açıktı. Kitapçı amcayı birkaç sene önce N. Yılmaz hoca babasına benzeterek sosyal medyada paylaşmıştı. O kişinin bu kişi olduğunu anlayınca adam hayli ilgimizi çekti. Dükkanına girdik, sohbet ettik. Ne okuduğunu sorduk, Kur’ân-ı Kerim okuyorum dedi. Adamla beraber Kur’ân-ı Kerimi açtık okuduk. Sonra “Bu kitap hem geçmişten, hem şimdiden hem de gelecekten bahsediyor, her şeyi kapsıyor” dedi. Necla hoca da daha önce paylaştığı resmi gösterdi, evet benim resmim dedi (Resim 19). Zeynep sigara içtiğini görünce “hem Kur’ân okuyorsun hem de sigara içiyorsun, içmesen olmaz mı?” dedi. Adam hangimiz dört dörtlüğüz, hepimizin bir tarafı eksik diye cevap verdi. Gece sokaklardan geçerek 23:30 gibi otele döndük. Sabah erken çıkacağımız için akşamdan ödemeleri yaptık.
- Şafşavan
Tarih 24.04.2019 Çarşamba. Sabah 07:00’de arabaya bindik. Rabat’tan ayrılarak Şafşavan’a doğru yola çıktık. Yolda kahvaltı yaptık, önce ucuz gibiydi ama çaya ve ekmeklere sürdüğü çikolataya katmerlerden daha fazla fiyat biçince pahalı bir fatura geldi önümüze. Hoşumuza gitmedi, doymadık da ama yol hâli deyip yola devam ettik. İlk hedef Akşur Şelaleleriydi. Yaklaşık 5 saatlik yolculuktan sonra şelalelere vardık. Bir kanyon özelliği gösteren vadide bir saatlik gidiş, bir saatlik geliş olmak üzere iki saatlik yürüyüş mesafesi vardı. Sarp yamacın kenarındaki patika yoldan yukarıya doğru tırmanarak kanyona bakan yerlerde de dinlerek God’s Bridge (Allah’ın Köprüsü) denen tabii bir köprüye vardık (Resim 20).
Köprünün altından nehir akıyor, ama dağ birbirine yanaşarak derin vadi üzerinde bir köprü oluşturmuştu. Köprü üzerinde biraz dinlenerek tekrar arabayı parkettiğimiz yere geldik. Hem sıcaktı, hem de hayli yorulduk ama keyifli bir tabiat yürüyüşü yapmış olduk (Resim 21).
Şelalelerden sonra bir saatlik araba yolculuğu ile Şafşavan’a geldik. Orada daha önce Fas’taki işlerimizi organize eden, Faslı ama Türkiye’de okumuş Rachid bey ile buluştuk. Onunla birlikte Şafşavan’ın mavi evleri arasında gezintiler yaptık (Resim 22).
Sofia restorantta kuskus (suksuk) yedik (Resim 23). Şafşavan’da bir de daha önce hiç bilmediğimiz bir meyve vardı; çerimoya. Onları yiyerek tekrar meydana geldik. Rachid beyin İstanbul’dan getirdiğimiz emanetlerini teslim ettik, vedalaşarak ayrıldık.
Burada araba değişti, kaptan Bilal’e tezahürat yaparak veda ettik, helalleştik. İlk başlarda iletişim problemleri yaşasak da sonradan o bize alıştı biz de ona alışmıştık. Yeni kaptanımız daha genç ve iletişim açısından daha soğuk birisiydi ve adı Muhammed idi. 21.00 gibi yeni kaptanla birlikte Tanca’ya doğru yola çıktık. Tatuan’dan geçerek 23:30 gibi Tanca’ya vardık. Tanca’daki kalacak yerimimiz Omer Khayyam oteliydi.
- Tanca
Tarih 25.04.2019 Perşembe. Sabah kahvaltı yaptıktan sonra 09:00 gibi otelden çıktık. Önce şehir meydanına geldik. Hava hayli yağışlıydı. Meydandan yürüyerek Ibn Batuta’nın mezarını bulduk. Ibn Batuta bizim için önemli biri isimdi, Isparta Okulu’nun ilham kaynağı idi. O yüzden özellikle ziyaret etmek istedik. Mezarının kapısı kapalıydı ve bir telefon numarası vardı. O numarayı aradık. Adam 20 dakikaya kadar geleceğini söyledi ama gecikti. Biz de türbenin önünde yağmurdan da korunmak için bir köşede beklemeye başladık. O sırada Ibn Batuta ile ilgili bilgiler okuduk ve birbirimize anlattık. Anadolu’ya da (Burdur, Eğirdir de dahil) seyahat yapmış ve bizim meleket için “Allah her yere ayrı bir güzellik, Anadolu’ya da bütün güzellikleri bir arada vermiş” yorumunu yapmış. O sırada kalabalık gruptan rahatsız olan bir teyze pencereden çıkarak bize bir şeyler söyledi. Anlamadık ama sessiz olun, rahatsız etmeyin diyordu sanki. Türbeyi açacak adam gecikince bir daha telefon ettik. 20 dakika sonra geldi. Ibn Batuta tarihte önemli bir seyyahtı. Yaşadığı zamanın bütün memleketlerini gezmişti. Ondan daha çok gezmek için ilham almamız gerekiyordu. Birer fatiha okuyarak görevimizi yaptık (Resim 24).
Ibn Batuta’dan sonra Tanca’da dolaşmaya başladık. Arkadaşlar telefon almaya karar verdiler, bir yer bulmak için dolaştık, bulduğumuz yerde de telefonlar çok avantajlı gelmedi. Sonrasında iki denizin birleştiği yeri gören terasa çıktık. Bir noktadaki levhanın birisi Atlantik Okyanusunu diğeri Akdeniz’i gösteriyordu (Resim 25). Terastan İspanya sahillerini görmeye çalıştık, ancak bulutlardan çok fark edemedik. Cebelitarık Boğazına nazır noktadaki bir restorantta balık yedik.
Tanca’daki son durağımız Herkül Mağarasıydı (Resim 26). Terastan oraya hareket ettik. Mağaranın içinde Isparta Okulu videosu çektik, dışarıdan okyanusu seyre daldık. Akşam uçağımız vardı ve yol uzundu. Saat 17:00 gibi Kazablanka’ya doğru yola çıktık. Okyanus’tan gün batımını izleyecektik, hava bulanık olduğu için böyle bir imkân olmadı. Yolda geziyi kritik ettik. Isparta Okulu Seyahatnâmesi isimli bir eser yazmaya karar verdik. Saat 21:45 gibi havaalanına geldik. Kaptan Muhammed’in parasını ödedik ve helalleşip vedalaştık. İşlemlerden sonra uçağa bindik. Sabah yerel saatle 07:00’de Atina’da idik.
- Atina
26.04.2019 Cuma. Ekip arkadaşlarımızdan iki kişi pasaport ve erken uçuş sebebiyle havaalanında kaldılar. Önce problem yaşanır mı diye gri pasaportlu arkadaşları polis noktasından geçirttik. Yunanlı polisler oldukça soğuktular ama bir problem olmadı. Valizleri emanete bıraktık. 6 Avroya aldığımız otobüs biletiyle şehir merkezine gittik. Yunan parlemento binasının önünde askerlerin nöbet değişimi vardı onu izledik. Atina batı uygarlığının dayandığı önemli bir merkez. Sokaklarda Grek uygarlığına dair gösteregeler kendini hissettiriyor. Sütunlar, heykeller, harabeler.. Çok yorgunduk ve bir parkta kimimiz çimlerin, kimimiz bankların üzerinde yarı uykulu yarı uyanık bir saate kadar dinlendik. Sonra Akropolis Meydanına doğru yürüdük. Akropolis saat 13:00’te açılacak dediler. Oraya doğru giderken yolda bir İzmirli ile karşılaştık. Adı Nicholas Ciplakis idi. Bildiği Türkçe kelimelerle bizimle sohbet etti. Bize rehberlik etti. Çanta, cüzdan ve telefonlara sahip çıkın dedi. Açtık, azığımız bitmişti ve Atina’da idik. Yemek yeme önemli bir problem haline gelmişti. Akropolis’in kenarından tepeye doğru çıktık. Yüksekten Atina’yı temaşa ettik (Resim 27). Atina büyük ve tarihi bir şehirdi ama biz hayli yorgunduk. Sadece yol uğrağı olarak uğramış olduk.
Şehir merkezinde tur atmaya başladık. Türkiye’den kaçmış bir Türkle karşılaştık. O bize yemek yenilecek ve gezilecek yerlerle ilgili bilgi verdi. Adamı tehlikeli bulup yanımızdan uzaklaştırdık. Bizim İstiklal Caddesine benzer yerlerden yürüyerek şehri anlamaya çalıştık. Osmanlıdan kalma bir cami vardı ama müze haline getirilmiş. Bir restorantta yemek yedik. Sonra otobüslere binerek tekrar havaalanına döndük. Atina yorgunluğumuza denk geldiği için gezemedik, sadece görmüş olduk.
Atina’dan arkadaşların bir kısmı İzmir’e uçtu, biz İstanbul Havalimanına geldik. İstanbul’dakilerin de bir kısmı İstanbul’da kaldılar, biz otobüsle Alibeyköy Cep Garajına geldik. Burada çorba içtik ve otobüslere binerek Isparta’ya döndük.
Genel Değerlendirme
Fas gezisi bizim için çok güzel bir tecrübe oldu. Problemler yaşasak da farklı dünyaları gördüğümüz, farklı insanları tanıdığımız zevkli bir gezi idi. 17 kişilik bir ekiple gezmek kolay değildi tabii ki. Ama seyahatin öncesinde ekip arkadaşlarımız gezilecek noktalar, kalınacak şehirler ve diğer seyahat konuları ile ilgili ciddi çalışma yaptılar. Bir seyehatte en önemli konu arkadaşların uyumu ve birbirlerine ne kadar müsamaha gösterecekleriydi. Kafilenin bir başkanı olması gerekiyor, ihtilaflı durumlarda onun kararına herkesin uyması önem arz ediyor. Aralarındaki en kıdemli ben olduğum için bu görevi acizâne ben üstlendim. Grubu yönetme konusunda da zorluk çekmedik. Her arkadaşımız bir boşluğu tamamlıyordu. Sağ salim gittik, gezdik ve döndük.
Fas, farklı bi dünya idi. Sanki paralel evrenlerde geziyormuş hissine kapılıyorsunuz. Güvenlik açısından problemli olduğuna dair önyargılarla gittik. Aşırı tedbirliydik. Çok rahat bir ülke değil, tek başına olsaydık daha çok problem yaşayabilirdik. Ancak kalabalık olmak, Türk olmak, Müslüman olmak zannedersem bizim güvenlik riskimizi biraz azalttı.
Fas’ı gezerken ciddi bir pazarlık kültürü olduğunu fark ettik. “Kem dirhem?” sorsunun ardından “Ba’de’t-tenzilat?” sorusu artık otomatikmen geliyordu. Dediklerinin yarı fiyatını veriyorduk. Adamlar da kolay kolay yakamızı bırakmıyorlardı. Lokantalarda bile yemek yemeden önce ve yedikten sonra pazarlık devam edebiliyor.
Benim nazarımda en etkileyici şehir Fes idi. Sokakları, medreseler, tabakhane.. Fas’ı orada soluduk diyebiliriz. İkinci akılda kalıcı şehir ise Marakeş. Özellikle meydanı görmeye değer bir yer. Meknes de keza, Fas kültürünü yansıtıyor. Şafşavan dağa yaslanmış küçük ama mavi sokaklarıyla farklı idi. Rabat, Kazablanka ve Tanca ise Fas’ın daha modern yüzünü yansıtıyordu.
Fas’ın bütününde bir Fransız etkisi hissediliyordu. Fransız turistler o memleketin sahibi, biz ise yabancı gibi duruyorduk. Fas kralının etkisi ve otoritesi hissediliyordu. “Allah, Vatan ve Melik” terkibi çoğu yerde karşımıza çıkıyordu. İnanç, memleket ve kral bu ülkenin ana sütunu olarak görülüyordu. Türklere karşı yaklaşımları olumluydu. Daha güney taraflarda çöl ve berberi kültürünün yoğun yaşandığı yerleri görmedik. Agadir şehri önemli bir merkezdi, çöl turu enteresan bir tecrübe olurdu ama bizim vaktimiz yetmedi. Onları da bir sonraki sefere bıraktık.
Gezinin anahtar kelimeleri: Dageçyeva, Maşraba, Berberi, Kazablanka, Hasan II Camii, Muhammed V, Marakeş, Kıyamet Meydanı (Jema el-Fena), Majerolle Bahçesi, Kutubiye Camii, Argan Yağı, Tajin, Kuskus, Lahdim Meydanı, Molla İdris, Yakoub el-Mansur, Ebu İnaniye, Karaiyyun Camii, Tabakhane, Akşur Şelaleleri, God’s Bridge, Ibn Batuta, Herkül Mağarası, Cebelitarık, Atlantik Okyanusu, Atlas Dağları ve “uzaktan uzağa bir gitsem yeter”.