Dolunay Özlem ZEYBEK
Kadim Topraklar: Endülüs
Endülüs bu zamana kadar hep gitmek istediğim ama bir türlü gidemediğim, Avrupa’nın güney batısında İber yarımadasında yer alan 700 yıllık bir İslamiyet varlığının hâkim olduğu kadim topraklar… Endülüs gezimizin detaylarına geçmeden önce sizlere buranın tarihinden kısaca bahsetmek istiyorum. 711 yılında Emevi Devleti Halifesi, kumandanlarından Tarık Bin Ziyad’ı İber Yarımadasına gönderdi. Yarımadanın güney kısımları 750 yılına kadar valiler tarafından yönetildi. 750 yılında Emevi hanedanından Abdurrahman bin Muaviye’nin Endülüs’e kaçarak burada Cordoba (Kurtuba)’yı başkent ilan etmesiyle Endülüs’te Emeviler Dönemi başladı. Endülüs’ün en parlak dönemi kabul edilen bu dönem 1031 yılına dek sürdü. Sonrasında ise devlet, bağımsız devletçiklere bölündü. 1492’de son olarak Granada (Gırnata) Sultanlığının yıkılmasıyla 781 yıllık İslam varlığı Endülüs’te sona erdi…Günümüzde ise İspanya topraklarında yer alan ve nüfus bakımından ülkenin en büyük bölgesi olan Endülüs Özerk Bölgesi’nin başkenti Sevilla’dır. Bu bölge 8 ilden oluşmaktadır.
Endülüs Özerk Bölgesi İller Haritası
Endülüs her zaman merak ettiğim ve gitmek istediğim yerlerden biriydi. İslamiyet’in Avrupa’da bu kadar uzun yaşadığı toprakları görmek ve baktığım yerlerde İslamiyet’in izlerini takip edebilmeyi ummak paha biçilmezdi. O nedenle Erasmus Personel Hareketliliği kapsamında üniversite araştırması yaparken Sevilla Üniversitesi ilgimi çekti ve hemen iletişime geçtim. Çok kısa bir süre içerisinde de olumlu dönüş alarak kabul mektubumu aldım. Diğer 2 araştırma görevlisi arkadaşımla beraber her şeyi ayarladık. Gezi rotamız ise şöyleydi: İstanbul>Berlin>Porto>Lizbon>Sevilla>Cadiz>Cordoba>Granada>Barcelona>İstanbul
Hayallerim gerçek oluyordu. Bekle bizi Endülüs biz geliyorduk. Gezi planlamamız ve kısıtlı süremiz nedeniyle Endülüs’te Sevilla, Cadiz, Granada ve Cordoba gidebildiğimiz yerlerdi. Yazımızın bundan sonraki kısmında detayları kaçırmamak adına her yere ayrı ayrı değineceğim.
SEVİLLA: Endülüs Başkenti
Portekiz’in Lizbon kentinden 8 saatlik bir otobüs yolculuğu ile Sevilla’ya geldik. Sevilla’da görülmesi gereken yerleri daha önceden araştırmış olsak da üniversiteyi ziyaret süreci planlarımızda bazı değişiklikler yapmamıza neden olmuştu. Sevila nüfusu 1,095,000’dir. Fakat bu nüfus büyüklüğü aklınıza büyük bir metropol getirmesin. Her yeri sakin, tertemiz, adeta tarih kokan sokaklar gelsin aklınıza. Şehrin görülmesi gereken her yerini yürüyerek gezebilirsiniz. Şehrin bilmediğiniz o sokaklarında kaybolmak size harika hissettirecektir. Yürümek istemeyenleriniz olursa bisiklet veya elektrikli scooter ile de gezebilirsiniz. Güney Avrupa’nın bisiklet başkenti olan bu şehirde geniş bisiklet yoları ve çok cüzi miktarla erişebileceğiniz fiyatlarla belediyenin ve özel yerlerin sahip olduğu bisikletleri kiralayarak her yerde bisiklete binebilme imkânınız bulunmaktadır. Öncelikle şehre sabah 5.30 sularında vardığımız için otelimize geçmeden önce o bomboş sokaklarda şehri tanımak adına 3 arkadaş daldık ara sokaklara. O saatte sokakları temizleyen görevliler, biz ve kuş cıvıltıları vardı.
Fotoğraf 1: Sevilla’da bir meydan, Saat:5.00
Sabah otele gidip biraz dinlendikten sonra şehri gezmek için yaptığımız küçük bir araştırma sonrası gezimiz başladı. Sevilla denilince akla ilk gelen yer olan ve 1987 yılında Unesco Dünya Miras listesine eklenen Sevilla Katedrali ve Giralda Kulesi ile başladık. Sevilla Katedrali dünyanın en büyük 3. Kilisesidir. Katedral, gotik tarzıyla çok etkileyici bir yapı olsa da beni daha çok etkileyen Giralda Kulesi olmuştu. Katedralin yanında sanki ona ait değilmiş gibi duran kuleyi incelerken hakkında biraz araştırma yaptıktan sonra 104,1 metre yüksekliğe sahip olan kulenin eski bir minare olduğunu öğrendim. 1248 yılında Kastilyalıların şehri işgal etmesinin ardından buradaki caminin yıkılarak yerine bir katedral yapılmak istenmiş. Dönemin en büyüklerinden biri olan Sevilla katedrali böylelikle inşa edilmiş. Caminin minaresi ise bugün ki ismiyle Giralda Kulesi yıkılmayıp çan kulesine dönüştürülmüştür. Katedralin etrafında ise portakal ağaçları ve at arabalarını görmek mümkündür. Portakal ağaçlarının altında at arabaları yanınızdan geçerken adeta geçmişte yaşıyormuş gibi hissediyorsunuz. Giralda kulesini incelerken biraz hüzünle birlikte o muhteşem Endülüs mimarisinin detaylarını her yerinde görebilirsiniz.
Fotoğraf 2.Giralda Kulesi
Fotoğraf 3. Sevilla Katedrali
Fotoğraf 4. Giralda Kulesi
Sevilla katedralinin ardından ikinci durağımız ise şehrin bir başka simge yapılarından olan Alcazar Sarayı idi. Kapanma saatinden önce koşarak yetişmeye çalışsak da ne yazık ki o gün Alcazar sarayının içine giremedik.
Fotoğraf 5. Sevilla Katedrali ve Giralda Kulesi
Şehri tanımanın en iyi yolunun sokaklarında kaybolmak olduğuna inanan bizler, tüm Sevilla sokaklarında amaçsız bir şekilde saatlerce dolaştık. Her bina adeta sanat eseriymişçesine olan şehirde saatlerce yürüdük (Fotoğraf 6). Sokaklar bizi dünyanın en büyük tahta yapısı olan Encarnacion Meydan’nda yer alan ‘Setas de Sevilla’ çıkardı. Sevilla gibi binaların dip dibe ve daracık sokaklardan meydana gelen bir şehir de karşımıza böyle bir yapının çıkması bizi oldukça heyecanlandırdı. Üzerinde şehir manzarası izleyebileceğiniz bu yapının altında ise oldukça büyük bir meydan yer almaktaydı (Fotoğraf 7).
Fotoğraf 6. Sevilla Sokakları
Fotoğraf 7. Setas de Sevilla
Ardından şehrin simgelerinden biri olan ‘Plaza de Espana’ yani İspanya Meydanında günü bitirmeye karar verdik. 1929 yılında İber-Amerikan Expo Fuarı için yapılan meydan, şehrin simge yapılarından birisiydi. Büyüklüğü ile insanı hayrete düşüren bu meydan da küçük kanallar ile etrafı dolaşmak mümkün. İnsanların spor yaptığını, çocukların koşturduğu ve turistlerin fotoğraf çektirdiği bu harika yapı da gün batımını izlemek oldukça keyif vericiydi (Fotoğraf 8). Meydandan çıkıp nehir kıyısında şehri dolaşırken 1200 yılında şehri Hristiyan yağmacılardan korumak amacıyla inşa edilen altın kule karşımıza çıktı.
Fotoğraf 8.İspanya Meydanı
Fotoğraf 9. Altın Kule
Sevilla gezimizi bitirmeden Erasmus Personel Eğitim Alma Hareketliliği kapsamında ziyaret ettiğimiz Sevilla Üniversitesinden bahsetmek istiyorum. 1551 yılında kurulan Sevilla Üniversitesi 100.000 fazla öğrencisi bulunmaktadır. Üniversitenin bir kampüsü bulunmamakla birlikte fakülteler şehrin farklı kısımlarında yer almaktadır. Üniversitenin en dikkat çeken yapısı dönemin tütün fabrikalarından biri olan tarihi yapıdır. Bu binanın duvarlarını geçmişten günümüze dek gelen rektörlerin yağlı boya tabloları süslemektedir (Fotoğraf 10).
Fotoğraf 10. Sevilla Üniversitesi
CADİZ: Batı Avrupa’nın İlk Yerleşim Yeri
İspanya’nın güneybatısında bir liman şehri olan Cadiz, Endülüs bölgesinde yer alan Batı Avrupa’nın en eski şehirlerinden biridir. Sevilla’dan Santa Justa tren istasyonundan sabah 7.00’de başlayan yolculuğumuz trenle 1,5 saat kadar sürdü. Tren yolculuğu boyunca etrafta Endülüs’ün eşsiz bereketli ovalarını seyrederek geçti yolculuğumuz ve o dar sokakları ile ünlü o güzel Akdeniz şehri karşıladı bizi. Cadiz tren istasyonundan indikten sonra sokaklarında dolaşmaya başladık. O daracık ve bir o kadar da güzel taş sokaklar…Hepsi birbirine benzeyen adeta masal şehrinde dolaşır hissi veren güzel sokaklar… (Fotoğraf 12)
Fotoğraf 11. Santa Justa Tren İstasyonu
Fotoğraf 12. Cadiz Sokakları
Cadiz sokaklarında kaybolduktan sonra nereleri gezebiliriz diye düşünürken bu daracık sokaklar Cadiz Katedraline götürdü. 1722-38 yılları arasında inşa edilen Katolik kilisesi oldukça büyük ve görkemliydi.
Fotoğraf 13.Cadiz Katedrali
Katedrali gezdikten ve meydanda biraz soluklandıktan sonra sahile doğru giderken ara sokaklardaki ağaçlar, evler ve o evlerin harika kapı kolları bize eşlik etti (Fotoğraf 14).
Fotoğraf 14. Cadiz Sokakları
Sahile geldiğimizde Mart ayının ilk günleri olmasına rağmen ılık bir rüzgar ve güneşli bir Akdeniz karşılamıştı bizi…(Fotoğraf 15).
Fotoğraf 15. Cadiz Sahili
Gün batımını izlemeden önce Cadiz sokaklarını arşınlayarak tarihi bölgenin merkezinde yer alan Anayasa Meydanına (Plaza de La Constitucion) gidiyoruz (Fotoğraf 16). Anayasalara duyulan saygının bir göstergesi olarak inşa edilen bu meydan, adeta kaleyi andırıyordu. Meydanı biraz dolaştıktan sonra Akdeniz’de belki de en güzel gün batımının izleneceği bu adadan gün batımını izleyip, tren istasyonuna doğru yola koyularak bu güzel Endülüs şehrinden ayrılıyoruz.
Fotoğraf 16. Anaysa Meydanı
Fotoğraf 17. Cadiz’de Gün Batımı
CORDOBA (KURTUBA): Endülüs Emevi Devletinin Başkenti
Sevilla’dan otobüsle 328,428 nüfusu ile gelişmiş bir şehir olan Kurtuba’ya geçiyoruz. Fazla vaktimizin olmaması nedeniyle çok detaylı gezme fırsatımız olmasa bile yalnızca Kurtuba Cami’ni görmek için dahi bu kadim şehre gelinirdi. Endülüs Emevi Devletinin başkenti Kurtuba’da 600 cami bulunuyordu. Bunlardan en görkemlisi olan Kurtuba Cami, 1293 sütunu ile dünyanın en çok sütuna sahip olma özelliğine sahiptir. 1984 yılından itibaren UNESCO Dünya Mirası listesinde yer almaktadır. 786-1146 yılları arasında cami olarak kullanılan yapı, 1236’dan itibaren kilise olarak kullanılmaktadır. Çift katlı kemerlerden oluşan sütunlardan 63 tanesi kilise inşası için ne yazık ki kesilmiştir. Her ne kadar kilise olarak kullanılsa bile camiye girdiğiniz andan itibaren o hissettiğiniz kelimelerle tarif etmesi imkânsız olan duygular… Caminin minaresi, bahçesi, minberi, at nalı şeklindeki mihrabı eşsiz güzelliktedir.
Fotoğraf 18. Kurtuba Cami Minaresi
Fotoğraf 19. Kurtuba Cami Bahçesi
Fotoğraf 20. Kurtuba Caminin İçi
Kurtuba Cami sonrası aşağıya doğru indiğimizde bizi M.Ö. 1. Yüzyılda inşa edilen roma köprüsü ve köprü kapısı karşımıza çıkıyor.
Fotoğraf 21. Roma Köprüsü ve Köprü Kapısı
Fazla vaktimizin olmayışı her ne kadar bizi üzse de tarihi şehrin sokaklarında dolaşırken buluyoruz kendimizi. Yahudi, Hristiyan ve Müslümanların birlikte yaşadığı dar sokaklı tarihi mahalleler, yemyeşil bitkilerin yer aldığı avlulu evler… Gözümüzde o dönemi canlandırmaya çalışarak dolaşıyoruz o sokaklarda…
Fotoğraf 22. Kurtuba Sokakları
Sokaklarda dolaşırken karşımıza dikkatimizi çeken bir heykel çıkıyor. Yaklaştığımızda bakıyoruz ki heykel, büyük islam alimlerinden İbn-i Rüşd’e ait. 1126 yılında Kurtuba’da doğan İbn-i Rüşd, yaşadığı dönemi etkilemekle kalmamış kitapları yüzyıllar boyunca dünyanın farklı coğrafyalarında okutulmuştur. İbn-i Rüşd felsefe, matematik, tıp ve daha birçok bilimler yakından ilgilenmiştir. Büyük bir bilim insanını doğduğu topraklarda hala saygıyla anıldığını görmek, beni oldukça etkilemişti.
Fotoğraf 23. İbn-i Rüşd Heykeli
Kurtuba gezimiz burada sona ererken ölmeden önce görülmesi gerekenler listesinde muhakkak olması gereken El Hamra Sarayının bulunduğu kadim şehir Granada’ya doğru yola koyulduk.
GRANADA (GIRNATA): İspanya’daki Son Müslüman Devlet
Öğleden sonra 15.00 civarlarında geldiğimiz şehirde bizi soğuk bir hava karşıladı. İspanya’da geçirdiğimiz günlerden en soğuk gündü diyebilirim. Ama El Hamra’yı görme heyecanı ne sabah 6.00’dan beri yollarda olmamızı ne de sırtımdaki 6 kiloluk çantayı ve günde 25.000 adım atmaktan ağrıyan ayaklarımın acısını bana unutturmuştu. Otobüsten indiğimiz noktadan taksiyle El Hamra sarayına 15 dakikalık yaptığımız yolculuk sonrası hemen biletimizi aldık ve sarayı gezmeye başladık. Saray deyince aklınıza tek bir bina gelmesin birçok yapıyı içinde bulunduran bir yaşam alanı burası… El Hamra ismi arapça “çok kırmızı” anlamına gelmektedir. Küçük bir kale olarak inşasına başlanan yapı, Gırnata Emiri Muhammed Nasır tarafından bugün ki mimari haline kavuşmuştur. 1333 yılında kale, hükümdarlık sarayına dönüştürülmüş. Su ve yeşilin bir arada olduğu bu saray birçok yapıdan oluşur. Öncelikle yemyeşil bitkilerin etrafınızı sardığı bakımlı bahçelerden geçerek yapıların bulunduğu kısma geçiyorsunuz.
Fotoğraf 24. El Hamra Bahçeleri
Bahçelerden geçerek ulaştığımız ilk yapı küçük olmasına karşı tavanındaki pencereleriyle bizi etkilemeyi başaran bir hamamdı.
Fotoğraf 25. Hamam
El Hamra’yı gezerken dikkatimizi çeken bir diğer şey ise her geçtiğimiz bölümde bilet ve pasaportların gösterilmesinin gerekli olmasıydı. El Hamra Sarayı sınırları içerisinde ye alan bir diğer önemli yapı ise V. Karl Sarayı idi. Sarayın en etkileyici kısmı ise 360 derecelik bir açıya sahip olan eşsiz avlusuydu.
Fotoğraf 26. V. Karl Sarayı Avlusu
Ardından 13. Yüzyıldan kalma Mağribi Kalesine (Alcazaba) çıktık ve Granada şehir manzarası bizi karşıladı.
Fotoğraf 27. Mağribi Kalesi ve Granada Şehir Manzarası
Son olarak en merak ettiğim yer olan Nasrid Sarayları; görkemli bahçeler, havuzlar, mermerin oya gibi işlendiği muazzam süslemeler, sedef kakma tavanlar ve Kur’an ayetleri…Her detayın bu kadar ince düşünüldüğü, baktığınız her yerde adeta mermerin muazzam ince işçiliği… Hayran olmamak elde değil. Kelimelerle anlatılamayacak kadar güzeldi El Hamra…Bu nedenle görülmesi gereken yerler listesinin en üst sıralarını sonuna kadar hak eden muazzam kadim yapı. Tekrar gitmek ve saatlerce her detayında kaybolmak nasip olur inşallah…
Fotoğraf 28.Nasrid Sarayları
Fotoğraf 29.Nasrid Sarayları
Fotoğraf 30.Nasrid Sarayları
Fotoğraf 31.Nasrid Sarayları
El Hamra’dan ayrılırken daha detaylı gezemediğimiz için içim biraz buruk olsa da yüzyıllardır ayakta duran bu muazzam yapıya son kez bakarak tekrar görüşebilmeyi ümit ettim.
Fotoğraf 32. El Hamra
Granada’dan ertesi sabah erkenden Barcelona’ya gitmek için havalimanına doğru yola koyulduk. Endülüs gezimiz daha çok yer göremediğimiz için bir sürü keşke ve bu güzel yerleri görebildiğimiz için bir sürü iyi ki ile sonlandı… Değerli okuyucular ben gezerken çok eğlendim umarım siz de okurken biraz olsun eğlenebilirsiniz.
Seyahat deneyimimi İbn-i Rüşd’ün şu sözüyle noktalamak isterim:
“Yumurta dıştan bir güçle kırılırsa yaşam son bulur, içten bir güçle kırılırsa yaşam başlar; Zira sahih dönüşümler hep içten gelir…” İBN-İ RÜŞT
İçten gelen sahih dönüşümler yaşamanız ümidiyle…
Sabırla okuduğunuz için teşekkür ederim. 😊
GEZİDEN NOTLAR